Tutunmayı bırakın…

Ne olabileceği ya da ne olduğu konusunda çok endişeleniyorsanız, ne olduğunu görmezden gelir ve gözden kaçırırsınız. Bunu unutmayın. Mutluluk, yaşamın şu anda olması gerektiği varsayımından vazgeçerek ve her şey olduğu gibi içtenlikle kabul etmektir.

Geçtiğimiz yıllar boyunca, onlarca eğitim vermiş ve çeşitli etkinliklere katılmış birisi olarak, çoğu insanda gördüğüm stresin temel nedeninin “şey”lere takılı kalmak olduğunu gördüm. Şöyle ki, her zaman işlerin tam olarak bizim hayal ettiğimiz gibi gerçekleşeceğini umarak, istediğimiz gibi sonuçlanmadığını gördüğümüzde hayatlarımızı karmaşıklaştırarak bir çıkmaz sokağa dönüştürüyoruz.

Örneğin, hayatımızda öyle anlar var ki zihinlerimiz boş ideallere yapışıp kalıyor:

  • Hayat bu şekilde olmak zorunda değil, farklı olmasını istiyorum
  • İstediğim tek bir şey var, onsuz mutlu olamam
  • Ben kesinlikle haklıyım, o kesinlikle haksız
  • O beni sevmeli ve benimle birlikte olmayı istemeli
  • Yalnız olmamalıyım, fazla kilolu olmamalıyım, tam olarak şu anda olduğum gibi olmamalıyım, vb.

Zihin, tüm bu yaygın örneklerde gerçek olmayan bir şeye “ideal olana” tutunur. Ve bir süre sonra kaçınılmaz olan gerçekleşir: yoğun stres, endişe, mutsuzluk, öz-doğruluk, kendinden nefret ve depresif duygular ortaya çıkar.

Peki, bu kadar sıkı tutunmayı nasıl durdurabiliriz?

İlk başta tutunacak hiçbir şey olmadığını fark ederek.

Umutsuzca tutunmaya çalıştığımız şeylerin çoğu, hayatımızdaki sonsuz figürler gibi, “sanki gerçek, sanki belirgin, sanki kesin”, gerçekte orada değiller. Ya da bir formda oradaymışçasına değişken, akışkan, süreksiz veya sadece aklımızda hayal ediliyorlar. Kendimize bunu hatırlatıp, buna göre yaşadığımızda hayatla başa çıkmak çok daha kolay olur.

Kendimize bunu hatırlatıp, buna göre yaşadığımızda hayatla başa çıkmak çok daha kolay olur. Bugün, tam da bunu yaparak pratik yapalım…

Şu anki gerçekliğinizi kabul etmenin pratiğini yapın

Gözünüz kapalı, büyük bir yüzme havuzunun ortasında olduğunuzu ve yakınlarda olduğunu düşündüğünüz havuzun kenarına tutunmak için umutsuzca mücadele ettiğinizi, fakat tutmaçların gerçekte orada olmadığını – çok uzakta olduğunu düşünün. Amaçsızca orada olmayan bir şeye tutunmaya çalışırken o hayali kenarı yakalamaya çalışmak, sizi strese sokuyor ve yoruyor.

Şimdi durun, derin bir nefes alın ve yakınlarda tutunacak bir şey olmadığının farkına varın. Sadece sizi çevreleyen su. Var olmayan bir şeye tutunmak için mücadele etmeye devam edebilirsiniz… ya da etrafınızda sadece su olduğunu kabul edebilir, rahatlayabilir ve yüzebilirsiniz.

Doğruyu söylemek gerekirse, iç huzur, yeni bir nefes aldığınız anda ve şimdiki zamanda kontrol edilemez bir olayın size hükmetmesine izin vermemeyi seçtiğinizde başlar. Sen, başına gelen değilsin. Şu anda olmayı seçtiğin kişisin. Bırakın, nefes alın ve yeniden başlayın.

Her şeyin nefes almasını sağlayın

Bu kelimeleri okurken nefes alıyorsunuz. Bir an için durun ve bu nefesi fark edin. Bu nefesi kontrol edebilir, daha hızlı veya daha yavaş olmasını veya istediğiniz gibi davranmasını sağlayabilirsiniz. Ya da akışına bırakıp olağan nefes alış verişinize izin verebilirsiniz. Durumu kontrol etmek veya bu konuda bir şey yapmak zorunda kalmadan, sadece akciğerlerinizin nefes almasına izin vermek sizin elinizde. Şimdi, vücudunuzun diğer kısımlarının, gergin omuzlarınız gibi nefes almasına izin verdiğinizi hayal edin. Onları gerginleştirmek veya kontrol etmek zorunda kalmadan, oldukları gibi bırakın.

Şimdi bulunduğunuz odanın etrafına bakın ve etrafınızdaki nesneleri fark edin. Birini seçin ve nefes almasına izin verin. Sizinle aynı odada veya aynı evde veya binada veya yakındaki evlerde veya binalarda muhtemelen insanlar da vardır. Onları zihninizde görselleştirin ve nefes almalarına izin verin.

Herkesin ve her şeyin nefes almasına izin verdiğinizde, onların tam olarak oldukları gibi olmasına izin verirsiniz. Onları kontrol etmenize, endişelenmenize veya değiştirmenize gerek yoktur. Sadece barış içinde nefes almalarına izin veriyorsunuz ve onları oldukları gibi kabul ediyorsunuz. Bırakmak işte budur. Bu hayatınızı değiştiren bir yöntem olabilir.

Figüratif bardağı bırakmayı deneyin

Yıllar önce üniversite yıllarında, seçmeli derslerden birisinde bir psikoloji profesörü hocamız hiç unutamayacağım bir hayat dersi vermişti. Kendisinin de “perspektif ve zihniyetin gücü hakkında hayati bir ders” olarak adlandırdığı bir hayat dersiydi. Başının üstünde bir bardak suyu kaldırdığında, herkes tipik “yarı boş cam veya yarı dolu cam” metaforundan bahsedeceğini sanıyordu. Profesör, bunun yerine yüzünde bir gülümsemeyle “Tuttuğum bu bardak ne kadar ağırdır?” diye sordu.

Öğrenciler 100 gramdan birkaç kiloya kadar çeşitli cevaplar verdiler.

Birkaç dakika cevapları dinledikten ve başını salladıktan sonra, “Benim bakış açıma göre, bu camın mutlak ağırlığı önemsizdir. Her şey ne kadar tuttuğuma bağlı. Bir iki dakika tutarsam, oldukça hafiftir. Bir saat boyunca düz tutarsam, ağırlığı kolumu ağrıtabilir. Eğer bir gün boyunca düz tutarsam, kolum büyük olasılıkla kramp geçirecek ve tamamen uyuşmuş hissedecek ve paralize olup, beni bardağı yere bırakmaya zorlayacak. Her durumda, bardağın mutlak ağırlığı değişmez fakat ne kadar uzun süre tutarsam, bana o kadar ağır gelir.”

Birçok öğrenci onaylayarak başını sallarken, o devam etti. “Endişeleriniz, korkularınız, hayal kırıklıklarınız ve stresli düşünceleriniz bu bir bardak suya çok benzer. Onları kısa bir süreliğine düşünürseniz pek bir şey olmaz. Onları biraz daha fazla düşünürseniz fark edilir bir acı hissetmeye başlarsınız. Gün boyunca onları düşünürseniz, siz onları bırakana kadar başka bir şey yapamayacak kadar kendinizi uyuşmuş ve paralize olmuş hissedersiniz.”

Bunun şu anki yaşantınızla ne kadar benzerlik gösterdiğini bir düşünün.

Bugün aklınızdakilerin ağırlığıyla başa çıkmaya çalışıyorsanız, figüratif bardağı bırakmanın zamanının güçlü bir işaretidir.

Kendinize anlatmaya devam ettiğiniz hikayelere meydan okuyun

“Bu başka ne anlama geliyor olabilir?” sorusunu sorarak kendimize zaman ayırırsak, hayattaki en büyük yanlış anlamaların önüne geçebiliriz. Bu basit soruyu kullanarak düşüncelerimizi yeniden şekillendirebilir ve bakış açımızı genişletebiliriz.

Kendime anlattığım hikaye, her türlü zor hayat koşullarını iyileştirmek veya farklı durumları lehimize çevirmek için kullanılabilir. Örneğin, sevdiğiniz birisi (eşiniz, erkek arkadaşınız, kız arkadaşınız, vb.) sizi arayacağını veya mesaj atacağını söyledi ve bir saat geçmesine rağmen hala sizi aramadı. Bunun için üzgün hissediyorsunuz, çünkü onun için yeterince yüksek bir öncelik olmadığınızı düşünüyorsunuz. Kendinizi bu şekilde hissettiğinizde, şu ifadeyi kullanın: Kendime anlattığım hikaye, onlar için yeterince yüksek bir öncelik olmadığım için beni aramadıkları şeklinde.

Sonra kendinize şu soruları sorun:

Bu hikayenin doğru olduğundan kesinlikle emin olabilir miyim?
Kendime bu hikayeyi anlattığımda nasıl hissediyor ve davranıyorum?
Bu hikayenin sonunun doğruluğunu ispatlayacak başka bir olasılık var mıdır?

Bunları dikkatlice düşünmek için kendinize biraz zaman verin.

Günden güne daha iyi düşünmek için kendinize meydan okuyun. Bilinçaltınızda kendinize anlattığınız hikayelere meydan okuyarak, daha objektif bir akılla “gerçeklik kontrolü” yapın.

Kendinize olan inancınızı yenileyin!

Ve SEN yeterince güçlüsün!

YAPABİLİRSİN!

Bugün için yeterli olduğuna inanır ve yeterli olmayı seçersen ne olur? Bugün için, yeterince güçlü, yeterince bilge, yeterince nazik ve ileriye doğru olumlu bir adım atacak kadar sevildiğinize inanmayı seçerseniz ne olur? Ya bugün için insanları ve hayatı olduğu gibi kabul ederseniz? Güneş bugün battığında, kaydettiğiniz küçük ilerleme parçalarının bir gün için fazlasıyla yeterli olduğuna inanmayı seçerseniz ne olur? Ve yarın tekrar tekrar bunlara inanmayı seçerseniz?

Bu seçimleri yapmaya çalışın.